T.C. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi
Esas: 2018 / 2957
Karar: 2020 / 3187
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki asıl davada alacak, karşı davada sözleşmenin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı asıl davanın reddine, karşı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar-karşı davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR
Davacılar, davalı murisi …’ın Kartal 1.Noterliği 03/03/1997 tarih ve 11921 yevmiye sayılı düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine göre … … Köyü 2 pafta 917 parsel sayılı taşınmazdaki hak ve hisselerinin satışını kendi murisleri …’a vaad ettiğini, satış vaadi sözleşmesine göre murislerince bedeli tamamen ödenmesine rağmen taşınmazın devrinin sağlanmayıp üçüncü şahıslara satıldığını belirterek taşınmazın dava tarihindeki rayiç bedelinin davalıya isabet eden hissesinin tespit edilerek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, bu mümkün olmadığı taktirde sözleşme bedeliyle dava tarihindeki rayiç değeri arasındaki farkın tazminat olarak yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline ayrıca 03/03/1997 tarihinden itibaren davacıların mahrum kaldığı kullanım bedeli karşılığının belirlenerek fazlaya ilişkin hakları saklı o.ü şimdilik 5.000,00 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 07.04.2015 tarihli dilekçe ile talebini ıslah ederek 29.004,75 TL’ye çıkartmıştır.
Davalı, davacılar murisi ile kendi murisisinin baba-oğul olduklarını yani kendisinin davacıların murisinin kız kardeşi olduğunu, babaları murisi …’ın gerçek amacının bağış olduğu halde satış vaadi işleminde satış gibi gösterildiğini belirterek davanın reddini, karşı dava açarak da gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin iptalini dilemiştir.
Mahkemece, asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile; tarafların murisi …’ın davacılar murisi …’a satış vaadinde bulunduğu Kartal 1. Noterliğinin 03/03/1997 tarih 11921 yevmiye nolu satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Dava gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı alacak isteğine, karşı dava ise murisi muvazaası hukuksal nedenine dayalı gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, “Veraset belgesi incelendiğinde murisi Ruhi’nin davalı … ile davacıların murisi olan Turhan dışında başka çocukları bulunmamaktadır. Davalı kız çocuğu olup, ülkemizde yaygın bir tutum olan kız çocuklarının mirastan mahrum bırakma durumunun olayda gerçekleştiği kanaatine varılmıştır. Damadın borçlarının murisi tarafından davacıların murisinden alınan para ile ödendiği, bu nedenle murisin de malvarlığını davacıların murisi olan oğluna bıraktığı yönlü tanık beyanlarına itibar edilmemiştir” gerekçesi ile davanın reddi ile karşı davanın kabulüne karar verilmiştir.
Veraset belgelerine göre; davacılar-karşı davalılar vaadi kabul eden …’ın mirasçıları olup, … aynı zamanda davalı-karşı davacı ile birlikte taşınmazı satmayı vaad eden …’ın mirasçıları konumundadır. Uygulamada ve öğretide “murisi muvazaası ” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür.Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanununun 213 ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Yukarıda değinilen ilke ve olgular gözetilmeden murisi muvazaasının objektif ve sübjektif koşulları araştırılmadan, davalı-karşı davacının kız çocuğu olması ve ülkemizde yaygın bir tutum olan kız çocuklarının mirastan mahrum bırakma durumunun olayda gerçekleştiği kanaatine varılarak davanın reddine, karşı davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat külfeti 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesi ile TMK’nin 6. maddesi gereği davalı-karşı davacıya aittir. Mahkemece, yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli değildir. Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalar tanık dahil her türlü delil ile ispatlanabilecektir.
Hâl böyle olunca; yukarıdaki açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, tarafların tanık dahil her türlü delillerinin toplanması, toplanan ve toplanacak deliller bir bütün olarak değerlendirilerek mirasbırakanın gerçek iradesinin duraksamaya yer bırakmayacak şekilde saptanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacılar-karşı davalılar yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/03/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi