T.C. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi
Esas: 2014/3936
Karar: 2014/8035
K.T.: 17/04/2014
Özet: Ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz.
Dava: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı ve davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, tetkik hakiminin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Karar: Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteği ile açılmış, 26.02.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile de taşınmazın yargılama sırasında temliki nedeniyle miras payı oranında tazminat talebine dönüştürülmüştür.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazın temlikinin muvazaalı olduğunun tespitine ve tazminat isteğinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; tarafların miras bırakanı N.’in maliki olduğu kagir dükkan vasıflı 15 parsel sayılı taşınmazını 27.11.2007 tarihinde dava dışı S.’a, onun tarafından da 30.11.2007 tarihinde davalı Z.’e satış suretiyle temlik edildiği, davacının miras bırakanı N.’in yıllardır Alzheimer tedavisi gördüğünü, psikolojik rahatsızlıklarından yararlanılarak satışın gerçekleştirildiğini ve temlikin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığını ileri sürerek 09.02.2009 tarihinde dava açtığı, miras bırakan N.’in 01.04.2009 tarihinde öldüğü, çekişme konusu taşınmazın 31.08.2009 tarihinde dava dışı A.’e temliki nedeniyle ıslah dilekçesiyle de istemini pay oranında tazminat talebine dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, davada ehliyetsizlik hukuksal nedenine de dayanıldığı, kamu düzenine ilişkin olan ehliyetsizlik iddiasının niteliği gereği dava tarihinde davacının aktif dava ehliyeti bulunmamakla birlikte yargılama sırasında miras bırakanın ölümü ile bu eksikliğin tamamlandığının kabul edilmesinde bir isabetsizlik yoktur.
Öte yandan; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1- 152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak tarif edilerek aynı Yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.06.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK.’nın 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan raporalınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Ayrıca; 2659 sayılı Yasanın 7 ve 16. maddeleri hükmü uyarınca bir kişinin ehliyetsizliğinin Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan alınacak raporla saptanması gerekeceği ve ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle öncelikle inceleneceği açıktır.
Ne varki, mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünden hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme imkanı yoktur.
O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek ve önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesi, akit tarihinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, miras bırakanın ehliyetli olduğunun saptanması halinde muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı isteğin değerlendirilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek hüküm kurulması doğru değildir.
Sonuç: Davacı ve davalının bu yöne değinen temyiz itirazının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi yollamasıyla) HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.04.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.