T.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2017/1660
Karar: 2021/2
K.T.: 02.02.2021
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 3. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiş, Hukuk Genel Kurulu tarafından direnme kararının usul yönünden bozulmasından sonra mahkemece Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uyularak yeniden direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
1 Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 10.05.2002 tarihinde davalının yanında işe girdiğini, işe girerken kendisine boş senet imzalatılmak istendiğini, imzalamaması durumunda işten çıkarılacağının söylendiğini, bunun üzerine işe ihtiyacı olan müvekkilinin bu senetleri imzaladığını, davalı tarafından bu senetlerin icraya konulduğunu, senette imza dışındaki yazıların müvekkiline ait olmadığını, sonradan doldurulduğunu ileri sürerek Bursa 9. İcra Dairesinin 2007/11849 E. sayılı dosyasında takibe konu senet ve ferilerinden dolayı davacının davalıya borçlu olmadığının tespiti ile takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
2. Davacı vekili 30.01.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile; müvekkilinin icra takibinden bugüne kadar yaptığı itirazlarda ve açtığı menfi tespit davasında, takip konusu yapılan senedin yıllar önce teminat amacıyla verdiği senet olduğunu düşündüğünü, ancak 2012 yılı Eylül ayında davalı tarafından daha önce yırtarım dediği ancak müvekkil davacının aradaki husumet nedeniyle davalı tarafın kendisine yalan söyleyerek takibe konu ettiğini düşündüğü bononun aslında gerçekten davalı tarafından imha edildiğini, davalı tarafın müvekkilin imzasını taklit ederek farklı bir bono düzenleyip Bursa 9. İcra Dairesinin 2007/11849 E. sayılı dosyası ile icra takibine koyduğunu haricen öğrendiğini, dosyaya sunulan uzman bilirkişi raporu ile imzanın müvekkiline ait olmadığını, müvekkilinin gerçekte borcu olmamasına rağmen icra takibi ile gayrimenkullerinin satıldığını ve satılmaya devam edeceğini belirterek takip konusu bono üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasını, davanın kabulü ile müvekkili davacının, davalıya söz konusu takipten dolayı borçlu olmadığının tespitine, Bursa 9. İcra Dairesinin 2007/11849 E. sayılı dosyası ile yürütülen takibin durdurulmasına ve iptaline, davalının %40 kötü niyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
Davalı vekili cevap dilekçesinde; icra takibine konu senedin teminat olarak verilmediğini, davacının müvekkiline olan borcu nedeniyle tanzim edildiğini, davacı ile müvekkili arasında ortak iş yapmaktan kaynaklanan alacak borç ilişkisinin olduğunu belirterek haksız ve hukuki mesnetten yoksun davanın reddine ve davacının kötü niyetli olması nedeniyle %40 tazminata mahkûm edilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
Bursa 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 14.03.2013 tarihli ve 2012/365 E. 2013/94 K. sayılı kararı ile; davacının 150.000TL bedelli ve 01.10.2007 vade tarihli senetteki imzayı bugüne kadar incelememiş olmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, yapılan icra takibinde taşınmazların satış aşamasına gelinceye kadar imzaya veya borca itirazda bulunulmadığı, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 60/3. maddesi uyarınca takip dayanağı senetteki imzaya 7 gün içinde itiraz edilmemiş ise imzanın borçludan sadır olmuş sayılacağı, davanın tamamen ıslahı mümkün ise de, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 182. maddesine göre ıslahın davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi kötü niyetli düşüncelerle yapıldığı deliller veya belirtiler ile anlaşılırsa ıslah dikkate alınmadan karar verileceği, dosyaya sunulan delillere göre davacının ıslah talebinin davayı uzatmak amacıyla yapıldığı kanaatine varıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince 24.04.2014 tarihli ve 2013/10420 E. 2014/7895 K. sayılı kararı ile; “…Dava İİK.nun 72. maddesi hükmü gereğince borçlu olunmadığının tespitine ilişkin menfi tespit davasıdır. Menfi tespit davası birbiri ile çelişmemek kaydıyla birçok sebebe dayalı olarak açılabilir. Somut olaya gelince, davacı iş bu davasında, dava dilekçesinde kesinleşen takibe konu bononun işe girilmesi sırasında verilen bono olduğunu, bir başka deyişle bedelsiz olduğu iddiasına dayanmıştır. Davacı vekili vermiş olduğu 30.01.2013 tarihli ıslah dilekçesinde ise takip ve dava konusu bono aslının yeni görüldüğünü, daha önce görülmüş olan bono suretleri üzerindeki imzanın müvekkilinin imzasına benzediğini, işe girilirken verilen bono olduğu düşünülerek imzaya itiraz edilmediğini bildirerek davasını imza inkârına dayalı olarak ıslah etmiştir. Yapılan bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, ıslah tam ıslahtır. Bu durumda mahkemece davacı yanın ıslah dilekçesi üzerinde yeterince durulup bu yönde inceleme ve araştırma yapılması gerekirken, ıslahın davanın uzatılmasına yönelik bir talep olarak değerlendirilmesi doğru olmadığı gibi, imzaya 7 gün içinde itiraz edilmediği gerekçesiyle de menfi tespit davasının reddinde isabet görülmemiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Birinci Direnme Kararı:
Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 04.12.2014 tarihli ve 2014/689 E. 2014/599 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir
Birinci Direnme Kararının Temyizi:
Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu Kararı:
Hukuk Genel Kurulunun 01.04.2015 tarihli ve 2015/19-715 E, 2015/1153 K. sayılı kararı ile; “…Mahkemece aslolan kısa kararda yukarıda açıklanan mevzuata uygun hüküm fıkrası oluşturulmamış sadece “önceki kararda direnilmesine” denilmekle yetinilmiş, dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar kurulmamıştır. Bu durumda, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda bir direnme hükmü de bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır. Şu durumda mahkemece yapılacak iş; dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasıdır. Mahkemenin, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan biçimde usulün öngördüğü niteliklere haiz bulunmayan kısa kararı ve gerekçeli kararın hüküm kısmı usul ve yasaya uygun değildir. Direnme kararının bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle yerel mahkeme kararının usulden bozulmasına karar verilmiştir.
İkinci Direnme Kararı:
Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 19.11.2015 tarihli ve 2015/916 E. 2015/1021 K. sayılı kararı ile; davacı ıslah dilekçesinde, “takibe itirazında imzanın kendi imzasına benzediğini gördüğünü, imza inkârından icra tazminatı çıkmaması için imzaya itiraz etmediğini” belirtmiş ise de, senet bedeli göz önüne alındığında bu açıklamanın inandırıcı olmadığı, kaldı ki davacı dava dilekçesinde açıkça imzanın kendisine ait olduğunu belirttiği, dosyaya sunulan delilere göre ıslah talebinin kötü niyetli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
İkinci Direnme Kararının Temyizi:
Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; takibe ve davaya konu 01.10.2007 vade tarihli bononun bedelsiz olduğu iddiasıyla açılan eldeki menfi tespit davasında, davacının davasını imza inkârına dayalı olarak ıslah etmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle menfi tespit davasının hukuki niteliği, ıslah kurumu ve icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasının icra takibine etkisinin irdelenmesinde ve yasal mevzuatın açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Davalı tarafından varlığı inkâr edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, B.: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara 2013, s. 346).
Menfi tespit davası, 2004 sayılı İİK’nın 72. maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır. Davacı menfi tespit davasını birbiriyle çelişmemek üzere birden fazla nedene dayandırabilir.
Islah ise kavram olarak; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesine denir (HUMK m. 83, HMK m. 176) (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C: IV, İstanbul 2001, s. 3965). Islah müessesesi, davayı değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkandır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir (Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: I-II, 5. Baskı, İstanbul 1992, s. 534).
Islahın konusu tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğu için, ıslahla düzeltilecek usul işlemlerinin neler olduğundan da söz etmek gerekir. Gerek öğreti, gerekse Yargıtay uygulaması davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir. Yine müddeabihin artırılıp artırılmayacağı hususu da bir usul işlemi olup, ıslahın konusudur (Kuru, s. 4035).
6100 sayılı HMK’nın 176. maddesine göre ıslah tamamen (kamilen) veya kısmen olmak üzere iki şekilde yapılabilmektedir.
Tamamen ıslahta davacı, davasını baştan (dava dilekçesinden) itibaren ıslah eder ve bir hafta içerisinde yeni bir dava dilekçesi verir (HMK m. 180). Davanın tamamen ıslahı yoluna, dava dilekçesinden (dava dilekçesi dahil) itibaren (HMK m. 179/2 de sayılanlar hariç) bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması için başvurulur (HMK m. 179/1). Bu hâlde dava dilekçesinden itibaren yapılmış olan usul işlemlerinin (HMK m. 179/2 de sayılanlar hariç) tamamının yapılmamış sayılması (ıslah edilmesi, düzeltilmesi) söz konusu olduğu için buna davanın tamamen ıslahı denir. (Kuru, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Ankara 2019, s. 424). Başka bir anlatımla davacı tamamen ıslah ile yeni bir dilekçe vererek davasını baştan itibaren usule müteallik bütün işlemlerini değiştirebilir. Yani davacı bu yolla dava sebebini ve talep sonucunu tamamen değiştirip genişletebileceği gibi, davalı da tam ıslah ile savunmasını tamamen değiştirip genişletebilecektir. Bunun doğal sonucu olarak, dava dilekçesinde yer alan ilk talep içeriği değil, ıslah yoluyla açıklanan talep içeriği nazara alınarak araştırma ve inceleme yapılması ve mahkemece verilecek hükümde de ıslahla ileri sürülen istemin karşılanması gerekecektir.
Davanın kısmen ıslahında ise; davada yapılmış olan belli bir usul işlemi ıslah edilir (HMK m. 181) (düzeltilir) ve bundan sonraki usul işlemlerinin (ıslah edilen usul işlemi ile ilgili oldukları ölçüde) yapılmamış sayılması sağlanır (Kuru, s. 4014). Davacının talep sonucunu (müddeabihi) arttırması, talep sonucunu terditli dava hâline dönüştürmesi ve talep sonucunun daraltılması gibi işlemler kısmen ıslaha örnek olarak sayılabilecek usule müteallik işlemledir.
Islahın amacı, yargılama sürecinde, şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi elbette ki mümkün değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyetini de taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi imkânsızdır; çünkü ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için, ıslahın konusu olamaz.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 07.06.2017 tarihli ve 2017/17-1093 E. 2017/1090 K.; 07.06.2017 tarihli ve 2016/9-1212 E. 2017/1078 K. ile 02.04.2019 tarihli ve 2017/22(7)-2168 E. 2019/395 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir
Islah işleminin ne şekilde yapılacağı 6100 sayılı HMK’nın 177. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; “Islah, sözlü veya yazılı olarak yapılabilir.” Görüldüğü üzere ıslah işleminin gerçekleştirilmesi için 6100 sayılı HMK’da herhangi bir şart öngörülmemiş, ıslahın sözlü veya yazılı olarak yapılabileceği hüküm altına alınmıştır.
Islah, 6100 sayılı HMK’nın 177/1. fıkrası uyarınca tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.
“Kötüniyetli ıslah” başlıklı 6100 sayılı HMK’nın 182. maddesi;
“(1) Islahın davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi kötüniyetli düşüncelerle yapıldığı deliller veya belirtilerle anlaşılırsa, mahkeme, ıslahı dikkate almadan karar verir. Ayrıca hâkim, kötüniyetle ıslaha başvuranı, karşı tarafın bu yüzden uğradığı bütün zararlarını ödemeye ve beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına mahkûm eder.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu aşamada icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasının icra takibine etkisinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davası, aynı alacak için bu davadan önce yapılmış ve devam etmekte olan ilamsız icra takibini kendiliğinden durdurmaz. Ayrıca menfi tespit davasına bakan mahkeme ihtiyati tedbir yolu ile dahi icra takibinin durdurulmasına karar veremez (İİK m. 72/3); çünkü menfi tespit davasının icra takibinden sonra açılması hâlinde, bu davanın başlamış olan icra takibini sürüncemede bırakmak için açıldığı hakkında kuvvetli bir karine vardır. Ancak menfi tespit davasına bakan mahkeme borçlu davacının gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında icra veznesindeki paranın alacaklıya ödenmemesi için ihtiyati tedbir kararı verebilir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 50).
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili dava dilekçesinde, kesinleşen takibe konu bononun işe girilmesi sırasında verilen bono olduğu, başka bir anlatımla bedelsiz olduğu iddiasına dayanmıştır. 30.01.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile de takip ve dava konusu olan bononun aslını yeni gördüğünü, daha önce görülmüş olan bono suretleri üzerindeki imzanın müvekkilinin imzasına benzediğini, işe girilirken verilen bono olduğunu düşünerek imzaya itiraz etmediğini ileri sürmek suretiyle eldeki menfi tespit istemine ilişkin davasını imza inkârına dayalı olarak ıslah etmiştir. Mahkemece ıslah talebinin kötüniyetli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Islah, tahkikat bitinceye kadar yapılabilir. Dolayısıyla davacının tahkikat bitinceye kadar dava sebebini ıslah etmesi mümkündür.
Dosya kapsamına göre davacının ıslahının kötü niyetli olduğuna dair davalının soyut beyanı dışında bir delil bulunmamaktadır. Ayrıca icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında icra takibinin durdurulmasına karar verilmesinin olanaklı olmadığı hususu da göz önüne alındığında yapılan ıslahın bu hâli ile yargılamayı uzatmaya yönelik olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu durumda mahkemece davacı tarafın ıslah dilekçesi üzerinde yeterince durulup bu yönde inceleme ve araştırma yapılması gerekmektedir.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak 02.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.