T.C. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi
Esas: 2021/2137
Karar: 2021/3747
Tarih: 28.06.2021
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının bozma ilamına uyularak yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:
K A R A R
Hükmüne uyulan Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 14/05/2018 tarih ve 2015/9759 Esas 2018/5005 Karar Karar sayılı ilamı ile; davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddine karar verilerek,davacının temyiz itirazları yönünden; davacının, son olarak çalıştığı kurumdan olay tarihi gözetilerek geriye doğru son 1 yıl içinde aldığı tüm ek gelirleri gösterir maaş bordroları celp edilerek bu ek gelirin düzenli bir gelir olup olmadığı tespit edilip sonucuna göre tazminatın belirlenmesi gerektiği hususlarına değinilerek davacı yararına bozulmuştur. Mahkemece, anılan bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, davanın kısmen kabulü ile 31.135,27 TL sürekli işgöremezlikten kaynaklı tazminatın dava tarihi olan 14/11/2013 itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte (poliçede belirtilen teminat limitiyle sınırlı ve sorumlu olmak üzere) davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,davalı tarafından bozma ilamından sonra ve 15/05/2015 tarihinde icra kanalıyla dava devam ederken ödenen 20.077,31 TL yönünden davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına,dava tarihi olan 14/11/2013 tarihinden davalı tarafından 20.077,31 TL ödemenin yapıldığı 15/05/2015 tarihine kadar işlemiş bulunan 2.707,96 TL işlemiş yasal faizin davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,fazlaya ilişkin istemin reddine,,dair verilen karar davacı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan cismani zarara dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir.
Her ne kadar mahkemece bozma sonrası ıslah harcının yatırıldığı tarih itibarıyla geçerli olan HMK nun 177 maddesi hükmü nazara alındığında davacının bozma öncesi talep arttırım dilekçesine konu ettiği dava değeri ile bağlı olduğunun kabulünün gerektiği, zira usul yasasındaki değişikliğin geçmişe etkili olarak uygulanmasının kabul edilmesi mümkün olmadığından ve yürürlük tarihi itibarıyla yapılan işlemlere uygulanması gerekli olduğundan 7251 sayılı yasa ile değişik HMK nun 177/2 hükmünün somut olayda uygulanması şartlarının bulunmadığı,gerekçesiyle davacı tarafından verilen 07/12/2019 tarihli ıslah dilekçesi dikkate alınmadan karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmemektedir.
Türk Medeni Usul Hukukuna yön veren en önemli ilkelerden biri teksif ilkesidir. Teksif ilkesi tarafların bütün iddia ve savunma sebeplerini belli bir usul kesitine kadar mahkemeye sunmalarını öngörmektedir. Bu ilke uyarınca taraflar dava malzemelerini yargılamanın herhangi bir aşamasında değil, ancak kanunca öngörülen süre dâhilinde mahkemeye hasredeceklerdir. Teksif ilkesiyle davaların gereksiz ve kötü niyetli olarak uzamasının önlenmesi ve yargılamanın sürüncemede bırakılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Teksif ilkesi hem tarafları hem de Hâkimleri kanunda belirtilen süreye uymaya zorlayarak yargılanmanın hızlanmasını sağladığından usul ekonomisi ilkesinin gerçekleşmesine de hizmet etmektedir. Teksif ilkesinin yargılamadaki en önemli yansıması iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağıdır. 6100 Sayılı HMK’nın 141/1. maddesinde tarafların yargılamada iddia ve savunmalarını ne zamana kadar değiştirebilecekleri düzenlenmiştir. Buna göre, taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Bu düzenleme ile kural olarak dilekçeler aşamasında tarafların iddia ve savunmalarını sunmaları istenmektedir. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi yasağının ancak ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati ile aşılabileceği yine HMK’nın 144/2.maddesinde belirtilmiştir. Karşı tarafın rızasının olmadığı durumlarda ıslah, yasağın başladığı andan itibaren iddia ve savunmaları değiştirme noktasında taraflar için tek enstrüman olacaktır.
Islah, iddia ve savunma yasağının kapsamına giren taraf usul işlemlerini tamamen veya kısmen düzeltmeye yarayan bir hukukî imkândır. Taraflar ihmal, unutma, yetersiz bilgi ve benzeri sebeplerle eksik ya da hatalı şekilde iddia ve savunmada bulunmuş olabilirler. Yine, yargılama sırasında meydana gelen gelişmeler neticesinde taraflar yargılamanın başında sundukları iddia ve savunmalarında değişiklik yapma ihtiyacı duyabilirler. Teksif ilkesinin sert bir biçimde uygulanması ve belli bir zaman kesitinden sonra taraflara iddia ve savunmada değişiklik yapma imkânının tanınmaması halinde, şekilcilik esası engeller hale gelir ve yargılamanın adaletli bir karar ile sonuçlanmama tehlikesi doğabilir. Bu noktada ıslah, iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı başladıktan sonra tarafların kendi usul işlemlerini kısmen ya da tamamen değiştirmelerine imkân tanımak suretiyle, Medeni Usul Hukukunun şekilciliğini yumuşatan ve adaletli bir yargılamanın tesis edilmesini sağlayan bir kurum olarak Hukukumuzda ön plana çıkmaktadır. Kanundaki koşullara riayet edilmesi durumunda ıslahın sonuç doğurması için tek taraflı irade beyanı yeterli olacak, mahkemenin veya karşı tarafın rızası aranmayacaktır.
HMK’da ıslah ile ilgili öngörülen koşullardan biri de zamanla ilgilidir. HMK’nın 177/1.maddesinde tahkikatın sona ermesine kadar ıslaha başvurulabileceği düzenlenmiştir. Islahın zaman bakımından sınırı, bozmadan sonra ıslahın yapılıp yapılamayacağı meselesi ile doğrudan alakalıdır. Bu noktada yargılamanın hangi aşamasına kadar ıslahın mümkün olacağını daha net ortaya koymak için tahkikat kavramının ve tahkikatın ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiğinin üzerinde durmak uygun olacaktır.
Tahkikat, yazılı yargılama usulünde de basit yargılama usulünde de ön inceleme aşamasının sona ermesi üzerine başlamaktadır. HMK’nın 147.maddesinde ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tarafların tahkikat için duruşmaya davet edileceği düzenlenmiştir. Tarafların duruşmaya çağrılmasıyla tahkikat başlayacaktır. Tahkikat evresi, taraflar arasındaki ihtilaflı vakıaların incelenip hakikatin ortaya çıkarılması için yapılan işlemlerin zaman itibariyle işgal ettiği yargılama aşamasıdır. Mahkeme bu aşamada tarafların talep sonucunu dayandırdıkları, davanın halli bakımından önem taşıyan ve ön inceleme
tutanağında çekişmeli olarak belirtilen vakıaların, yine kural olarak tarafların sunduğu deliller çerçevesinde doğruluğunu araştırır. Taraflarca getirilen delillerin değerlendirilmesi ve ispat faaliyeti neticesinde uyuşmazlığın aydınlanmasıyla birlikte, Hâkimin davayı sonlandıracak kararı vermesi mümkün hale gelmektedir. Bu yönüyle tahkikat, davanın en önemli ve uzun aşaması olarak nitelendirilmektedir. Tahkikat aşamasından sonra taraflara yargılamayla ilgili son sözlerinin sorulacağı sözlü yargılama aşamasına geçilecek ve ardından mahkeme nihai kararını verecektir. HMK’nın “Tahkikatın Sona Ermesi” başlığı altındaki 184. ve 185. maddelerinde, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığında mahkemenin, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim edeceği düzenlenmiştir. Tahkikat aşamasının bitimi bu tefhim ile birlikte gerçekleşecektir.
Bu bağlamda 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2.maddesinde; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” düzenlemesine yer verilerek bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiş, bozma kararı sonrası ıslah yapılıp yapılamayacağı hakkındaki farklı görüş ve uygulamalara son vererek bozma ve kaldırma kararlarından sonra dosyanın ilk derece mahkemesine döndüğünde tahkikata ilişkin bir işlem yapılıyor ise tahkikat bitinceye kadar ıslah yapılabileceğini net bir şekilde belirlemiş olmuştur.
Usul hukuku alanında geçerli temel ilke; yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, usul kanunu hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olması, yeni hükümlerin daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.
Ayrıca 6100 sayılı HMK’nin belirsiz alacak davasını düzenleyen 107. maddesinde” (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükme göre belirsiz alacak davasının alacak miktarının veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenemediği ya da imkânsız olduğu hallerde olanaklı olduğu anlaşılmaktadır.
Belirsiz alacak davasında davacı, alacağının tam ve kesin olarak belirlenmesinden sonra HMK 107.maddesine dayalı olarak bir kez alacağını artırabilir. Ayrıca davasını HMK 176. ve devamı maddelerine göre bir kezde ıslah edebilir.
Bu açıklamalar ışığında konu incelendiğinde;dava tarihi 14/11/2013 olup, dava tarihinde yürürlükte olan HMK’ya göre belirsiz alacak davası olarak açılan davada ,davacı vekili, 05/12/2014 tarihinde vermiş olduğu dilekçe ile talebini 34.160,00 TL’ye yükseltmiş, mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne dair verilen ilk kararın,taraf vekillerinin temyizi üzerine, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddine karar verilerek,davacının temyiz itirazları yönünden; davacının, son olarak çalıştığı kurumdan olay tarihi gözetilerek geriye
doğru son 1 yıl içinde aldığı tüm ek gelirleri gösterir maaş bordroları celp edilerek bu ek gelirin düzenli bir gelir olup olmadığı tespit edilip sonucuna göre tazminatın belirlenmesi gerektiği gerekçesi ile Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 14/05/2018 tarih ve 2015/9759 Esas 2018/5005 Karar sayılı ilamı ile bozulduğu; bozma ilamına uyulmak sureti ile mahkemece tahkikata dair işlemler tesis edildiği, bu doğrultuda davacı vekilinin maddi tazminat istemini 07/12/2019 tarihli ıslah dilekçesi ile artırdığı ve mahkemece bozma sonrası ıslah harcının yatırıldığı tarih itibarıyla geçerli olan HMK nun 177 maddesi hükmü nazara alındığında davacının bozma öncesi talep arttırım dilekçesine konu ettiği dava değeri ile bağlı olduğunun kabulünün gerektiği, zira usul yasasındaki değişikliğin geçmişe etkili olarak uygulanmasının kabul edilmesi mümkün olmadığı ve yürürlük tarihi itibarıyla yapılan işlemlere uygulanması gerekli olduğundan 7251 sayılı yasa ile değişik HMK nun 177/2 hükmünün somut olayda uygulanması şartlarının bulunmadığı gerekçesi ile davacının bozma kararı sonrası ıslah dilekçesi dikkate alınmadan karar verildiği görülmektedir.
07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesi ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı gözetilerek Yasa değişikliği uyarınca davacı yanın 07/12/2019 tarihli ıslah dilekçesi değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
an nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 28/06/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.