T.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas:
2017/1270
Karar: 2021/846
Tarih: 24.06.2021

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kocaeli 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacı vekili 29.07.2010 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin murisi (babası) …’ün 1982 yılında vefat ettiğini, ancak sağlığında 38 parça taşınmazını 08.03.1968 tarihinde 5000TL bedel karşılığında oğulları olan Mehmet … ile …e satış suretiyle devrettiğini, yapılan devirler tapuda satış gözükse de gerçekte işlemin bağış niteliğinde olduğunu, murisin taşınmazları bir bedel alarak satmadığını, yaşadığı bölgede zengin bir ağanın oğlu olduğunu, çiftçilikle uğraşan murisin yaklaşık 60 parça taşınmazı bulunduğunu, yanında çalışan işçileri ve imkânları iyi bir kişi olduğunu, bu nedenle taşınmazları satma ihtiyacı duymayacağını, oğullarının da taşınmazları alım güçlerinin olmadığını, Mehmet …’ün babasının yanında onun arazilerinde çiftçilik yaptığını, …’ün ise seramik fabrikasında çalışan ve oradan emekli olan bir işçi olduğunu, tapuda gösterilen satış bedelinin ise taşınmazların satış tarihindeki gerçek değerlerinin çok çok altında bir bedel olduğunu, bu nedenle devrin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, Mehmet … ile …’ün vefat ettiklerini ve taşınmazların mirasçılarına intikal ettiğini ileri sürerek, davacının fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile dava konusu 46 adet taşınmazın tapu kayıtlarının davacının miras payı oranında tapu iptali ile adına tescilini talep etmiş, 17.11.2011 tarihli duruşmada davalılardan … hakkındaki davayı atiye bıraktığını imzalı olarak beyan etmiştir.

Davalılar Cevabı:

Davalılar … ve … vekili cevap dilekçesinde; davacının daha önce aynı iddialar ile Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinin 1982/266 E. sayılı dosyasında dava açtığını, bu dava devam ederken miras payına karşılık kendisine Deretepe Köyü 1000 parsel sayılı taşınmazın 12.04.1985 tarihinde verildiğini, bunun üzerine davacının da 15.04.1985 tarihli celsede anlaştıklarını beyan ederek davadan feragat ettiğini, davanın da feragat nedeniyle reddine karar verildiğini, 1995 yılında da yine aynı taşınmazlar hakkında Kocaeli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/642 E. sayılı dosyasında dava açtığını, bu dava sırasında tarafların sulh olmak için süre istedikten sonra davanın takipsiz bırakıldığını, bu aşamada davacıya 3469 parsel sayılı taşınmazın verildiğini, bu süreçte davacının mirastan kendisine düşen hisseyi aldığı hâlde yıllar sonra yeniden dava açtığını, muris …’ün mal varlığının tüm mirasçılarına yetecek düzeyde olup mal kaçırma gibi bir düşüncesinin olmadığını, satış işlemi üzerinden 40 yıldan fazla zaman geçtiğini, murisin ise 28 yıl önce vefat ettiğini, davacının miras payını haricen satın aldıktan sonra kötü niyetli olarak dava açtığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar …, …, … ve …; açılan davayı kabul etmediklerini, yıllar önce aynı konuda davacının açmış olduğu davalar bulunduğunu ve bu davalar sırasında anlaşma sağlanarak muristen kalan yerlerin paylaşıldığını, aynı davanın tekrar gündeme gelmesinin hepsini rahatsız ettiğini, davacının bu anlaşmalar doğrultusunda muristen kalan yerlerini hissesi oranında aldığını, verilen miktarları da kabul ederek tapuda işlem yaptığını, hatta bir kısım yerlerini başkalarına sattığını, bu nedenle davanın reddini istediklerini beyan etmişlerdir.

Davalı …; davayı kabul etmediğini, davacının daha önce de bu konuda dava açtığını ve o dava sırasında davacı ile diğer kardeşleri ve babası arasında anlaşma sağlandığını, davacıya muristen kalan hissesinin verildiğini, buna göre tapuda bir takım işlemler yapıldığını, o dönemde paylaşma yapıldığından yeniden dava açılmasının yerinde olmadığını, aradan seneler geçtiğini belirterek, davanın reddini istediğini beyan etmiştir.

Davalı … Budak 30.05.2012 tarihli dilekçesi ile; dava konusu taşınmazlar nedeniyle kendisinin de mağdur durumda olduğunu, babasının ölümü sonrasında mirasın eşit şekilde paylaşılmadığını ve haksızlık yapıldığını belirterek, gerekli incelemenin yapılması talebinde bulunmuştur.

Diğer davalılar ise davaya cevap vermemişlerdir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

Kocaeli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.05.2013 tarihli ve 2010/310 E., 2013/324 K. sayılı kararı ile; tarafların ortak murisi … adına kayıtlı taşınmazların 1968 yılında muris tarafından oğulları Mehmet … ve … adına tapuda satış suretiyle devredildiği, ölümünden sonra diğer mirasçılar tarafından bu taşınmazlarla ilgili davalar açıldığı, davacı ve diğer mirasçılardan Fatma Oktar’ın tenkis davaları açtıkları, ancak davacının açtığı davadan feragat ettiği, daha sonraki tarihte aynı parsellerin bir kısmıyla ilgili vekâletin kötüye kullanılması nedeni ile açtığı tapu iptali ve tescil davasını ise takip etmediği, davacının … ile Hüseyin aleyhine aynı parsellerle ilgili açtığı davada tarafların karşılıklı alınan beyanlarında bildirdikleri şekilde davadan feragat ettiği, bu süreçte tarafların 15.04.1985 tarihli duruşmadaki beyanları ile 12.04.1985 tarihinde 1000 parsel sayılı taşınmazın davacı adına tescil edilip daha sonra üçüncü bir şahsa satılması, diğer parseller hakkındaki tedbirlerin kaldırılması, tanık beyanları ve 1985 yılından sonra tapudaki tedavül ve devirler birlikte değerlendirildiğinde 1982 ve 1985 yıllarında mirasçıların birbirlerine karşı açmış oldukları davalar sırasında dava konusu taşınmazlar hakkında aralarında anlaşma sağlandığı ve buna göre paylaşım yapıldığı kanaatinin oluştuğu, aynı taşınmazlar hakkında yeniden muvazaa nedeniyle dava açılmasının iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı gerekçesiyle davanın reddine, davalılardan … hakkında açılan davanın ise atiye bırakıldığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 04.03.2014 tarihli ve 2013/19222 E., 2014/4763 K. sayılı kararı ile;

“… Dosya içeriğinden çekişmeli 1000 parsel sayılı taşınmazın davalıların miras bırakanları Mehmet … ve … tarafından 12.04.1985 tarihinde davacıya satış yoluyla temlik edildiği ve davacının da 29.11.1992 tarihinde dava dışı kişiye sattığı anlaşıldığından davacının dava açmakta hukuki yararı bulunmamaktadır.Yerel mahkemece davanın reddine karar verildiğine göre davacı vekilinin anılan parsele yönelik temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde değildir. Reddine

Davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. (Borçlar Kanunun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince mahkemece yukarıda değinilen şekilde inceleme ve araştırma yapılmadan dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Davacı; 08.03.1968 tarihli akitle temlik edilen 38 parça taşınmaza yönelik tenkis isteğiyle dava açıp 15.04.1984 tarihinde davasından feragat etmiş ise de 22.05.1987 gün 1986/4-1987/5 sayılı inançları birleştirme kararı uyarınca bu kez aynı taşınmazlar yönünden muris muvazaası hukuksal sebebine tutunarak tapu iptali ve tescil davası açmasına hukuken engel bir durum bulunmamaktadır. Miras bırakan tarafından davalıların miras bırakanlarına temlik edilen 1000 parsel sayılı taşınmaz ile temlik dışı 3469 parseldeki 8/12 payın eldeki davadan önce davacıya satış yoluyla devredilmesi, taraflar arasında anlaşma yapıldığı ve muris muvazaasının söz konusu olmadığı anlamına gelmez.

Durhasan Köyünde bulunan 93, 96, 206, 232, 423, 751 ve 765 sayılı taşınmazların parsel numaraları dava dilekçesinde yanlışlıkla 92, 95, 205, 231, 422, 750 ve 764 olarak yazılmış ise de davalı tarafın doğru olarak gösterilmiş olması halinde parsel numarasındaki maddi hatalar sonuca etkili değildir. Mahkemece, dava dilekçesinde Durhasan Köyünde bulunan ve parsel numarası yanlış yazılan taşınmazların tapu kayıtları getirtilmiş, anılan taşınmazların miras bırakanla ve davanın taraflarıyla ilgilerinin bulunmadığı, 1954 yılında yapılan kadastro sırasında dava dışı kişiler adlarına tescil edildikleri belirlendiği halde 08.03.1968 tarihli akitle davalıların miras bırakanlarına temlik edilen 93, 96, 206, 232, 423, 751 ve 765 sayılı taşınmazların tapu kayıtları getirtilmeden davalılar huzuruyla yargılama yapılıp yazılı şekilde sonuçlandırılmıştır.

Bilindiği üzere tapu iptali ve tescil davaları, iptali istenen tapu kayıtlarındaki malik/malikler taraf gösterilerek açılmalıdır. Pasif taraf sıfatı itiraz niteliğinde olup mahkemece istek olmasızın gözetilmelidir. Çekişmeli taşınmazlardan 644, 687, 811, 821, 823, 838, 867,873, 874 ve 1096 parsel sayılı taşınmazların dava tarihinden önce kamulaştırma yoluyla 13.06.2000 tarihinde Hazine adına tescil edildikleri, davacı da iptal ve pay oranında tescil isteğiyle dava açtığı halde mahkemece anılan parseller yönünden davanın taraf sıfatı yokluğundan reddine kararı verilmesi gerekirken esas hakkında hüküm kurulması doğru değildir.

Bu durumda 644, 687, 811, 821, 823, 838, 867,873, 874, 1096 ve 1000 parseller dışında kalan çekişmeli taşınmazların ilk oluşumundan itibaren tüm gittileri tapu sicil müdürlüğünden getirtilerek, taşınmazlar miras bırakan tarafından Mehmet …, … veya bunların mirasçılarına temlik edilmişler, onlar tarafından da eldeki dava tarihinden sonra dava dışı gerçek veya tüzel kişilere devir yapılmış ise bu durumda HMK’nin 125. maddesi uyarınca işlem yapılması, taşınmazların miras bırakan adına hiç tescil edilmeyip dava dışı kişiler adlarına kayıtlı olduklarının tespiti halinde davanın esas yönünden reddedilmesi, dava konusu taşınmazlar miras bırakan tarafından Mehmet …, … veya bunların mirasçılarına temlik edilmişler onlar tarafından da dava tarihinden önce dava dışı gerçek veya tüzel kişilere devir yapılmış ise davacı iptal ve tescil isteğiyle eldeki davayı açtığından davanın pasif taraf sıfatı yokluğundan reddedilmesi, çekişmeli taşınmazlar miras bırakan tarafından Mehmet …, … veya bunların mirasçılarına temlik edilmiş ise bu durumda yukarıda değinilen şekilde muris muvazaası yönünden inceleme, araştırma yapılıp oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

Kocaeli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.12.2014 tarihli ve 2014/596 E., 2014/898 K. sayılı kararı ile ilk karardaki gerekçeler yanında davacının 1985 yılında muvazaa iddiası ile tapu iptali davası açma hakkı varken, daha çoğu içeren bu talepte bulunmayıp daha azını içeren tenkis isteminde bulunduğu, daha sonra da kardeşleri ile muristen kalan ve dava konusu yapılan yerlerle ilgili anlaşmaya vararak bu iddialarından vazgeçtiği, anlaşmada yer ve para verildiği hususunun tanık beyanları ile belli olduğu, herkesin kendisine verilen yeri kullanarak tasarruf ettiği, davacının bu davayı açana kadar kardeşleri ile yapılan anlaşmanın hakkaniyete uygun olmadığı savunmasında bulunmadığı ve bu konuda herhangi bir işlem yapmadığı, aradan yaklaşık 25 yıl geçtikten sonra yeniden başa dönerek muvazaa iddiasında bulunmasının hukukun istikrarı ve yıllar önce kardeşleri ile yaptığı anlaşmaya aykırı olduğu, sürekli bir dava tehdidini insanlar üzerinde canlı tutmanın toplumsal düzende kabul edilmeyeceği, ayrıca bozmada bahsi geçen parsel numaraları yanlış yazılan taşınmazlarla ilgili olarak yargılamanın başından beri davacı tarafın bir iddiası ve düzeltmesinin bulunmadığı gibi bu konuda temyiz isteminin de bulunmadığı, davacı tarafın gelen kayıtlara itiraz etmediği, tüm bunlara rağmen davacının ilk davadan uzun bir süre geçtikten sonra yeniden aynı iddialarla dava açmasının iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; öncelikle, dava konusu 644, 687, 811, 821, 823, 838, 867, 873, 874 ve 1096 parsel sayılı taşınmazların dava tarihinden önce kamulaştırılarak 13.06.2000 tarihinde Hazine adına tescil edildiği, dolayısıyla bu taşınmazlarda davalılar ya da murislerinin kayıt maliki olmadıkları gözetilerek, anılan taşınmazlar hakkındaki davanın, davalıların taraf sıfatı nedeniyle reddinin gerekip gerekmediği,

Diğer taşınmazlar bakımından ise somut olayda kök muris …’ün 08.03.1968 tarihli resmî akitle oğulları (davalıların murisleri) Mehmet … ile …’e temlik ettiği 38 adet taşınmaz nedeniyle davacının 1982 yılında tenkis isteğiyle açtığı davadan 15.04.1985 tarihinde feragat etmesi, feragat tarihinden önce 1000 parsel sayılı taşınmazın 12.04.1985 tarihinde Mehmet … ile … tarafından davacıya satış suretiyle temlik edilmesi, yine 3469 parsel sayılı taşınmazda muristen intikal eden 8/12 payın da 02.12.1994 tarihinde davacıya devredilmesi olguları ile dinlenen tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde, davacının dava konusu taşınmazların paylaşımı konusunda kardeşleri (davalıların murisleri) ile anlaştığının kabul edilip edilemeyeceği, tüm bu süreç ve aradan uzun yıllar geçtikten sonra bu defa muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak eldeki davayı açmış olmasının dava açma hakkının kötüye kullanılması niteliğinde sayılıp sayılamayacağı,

Burada varılacak sonuca ve dava dilekçesi içeriğine göre 08.03.1968 tarihli resmi akitle devri yapılan tüm taşınmazlar hakkında dava açıldığı, resmi akitte ise Durhasan Köyünde bulunan taşınmazların parsel numaralarının 93, 96, 206, 232, 423, 751 ve 765 olmasına rağmen dava dilekçesinde 92, 95, 205, 231, 422, 750 ve 764 olarak yazılı olduğu ve bu taşınmazların dosya arasına alınan tapu kayıtlarına göre davanın tarafları ve murisleri ile bir ilgisinin bulunmadığının anlaşılması karşısında, parsel numaralarındaki hata hakkında davacı tarafın herhangi bir düzeltme talebi olmadığından mahkemece Durhasan Köyünde bulunan taşınmazların resmî akitte yazılı parsel numaralarına göre tapu kayıtları getirtilmeden karar verilmesinin isabetli olup olmadığı, bu bağlamda doğru tapu kayıtları getirtilerek taşınmazların davalılar ya da murisleri adına kayıtlı olup olmadığının tespiti sonrasında hem bu taşınmazlar hem de dava konusu (644, 687, 811, 821, 823, 838, 867, 873, 874 ve 1096 parsel sayılı taşınmazlar ile davacının temyiz istemi reddedildiğinden hakkında daha önce verilen ret kararı kesinleşen 1000 parsel sayılı taşınmaz dışındaki) diğer taşınmazlar bakımından kök muris … tarafından 08.03.1968 tarihinde satış suretiyle yapılan temlikin 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığının incelenerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sıfat kavramına değinmekte fayda bulunmaktadır.

Sıfat, dava konusu kılınan sübjektif hakla davanın tarafları arasındaki ilişkiyi ifade eder ve dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilmiş kişilerin maddi hukuk bakımından gerçekten hak sahibi veya yükümlü konumunda bulunup bulunmadığına ilişkin bir kavramdır (Tanrıver, S.: Medeni Usul Hukuku, C.I, Ankara 2016, s. 512).

Davacı tarafta yer alan taraf için aktif dava sıfatı, davalı tarafta yer alan taraf için pasif taraf sıfatından söz edilebilir. Uygulamada, “sıfat” yerine “husumet” terimi de kullanılmaktadır. Sıfat, dava şartı olmayıp, itirazdır. Çünkü bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı davanın esasına girildikten sonra tespit edilebilir. Bu durumda ise dava esastan ret veya kabul edilir. Oysa dava şartları davanın esasına girilmesini engelleyen niteliktedir. Ancak sıfat bir itiraz olduğundan, hâkim diğer itirazlar gibi taraf sıfatını da dava dosyasından anlayabildiği sürece kendiliğinden nazara alır. Sıfat, davada taraflardan birinin davaya konu subjektif dava hakkının bulunup bulunmadığı ile ilgili bir husustur. Tarafların sıfatının yargılama sonuna kadar devam etmesi zorunludur. Bu husus mahkemece re’sen göz önünde bulundurulmalıdır. Bir davada, taraflardan birinin, davacı ya da davalı sıfatının (aktif ya da pasif husumet ehliyetinin) olmadığı belirlenirse, artık bu davanın esasının çözümüne girilmeden, davanın husumet yokluğundan reddi gerekir. Bir kişinin belli bir davada davacı ya da davalı sıfatını haiz olup olmadığı şeklinde nitelendirilen husumetin ileri sürülme zamanı yasa ile kabul edilen bir ilk itiraz olmadığı gibi, davalı tarafından ileri sürülmesi gerekli bir def’î de değildir. Davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece vakıf olunduğu takdirde re’sen nazara alınması gerekli hukukî bir durumdur (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.I., İstanbul 2001, s. 1157 vd.).

Tapu iptali ve tescil davalarının da iptali istenen tapu kayıtlarında malik ya da malikler kim ise o kişi veya kişiler taraf gösterilerek açılması gerekir. Çünkü açılan davanın kabulü durumunda kurulan hükmün tapuda infazı, hüküm ancak kayıt maliki hakkında kurulmuş ise mümkündür.

Eldeki tapu iptali ve tescil istemine ilişkin dava bu açıdan incelendiğinde, dosya arasında mevcut tapu kayıtlarından dava konusu 644, 687, 811, 821, 823, 838, 867, 873, 874 ve 1096 parsel sayılı taşınmazların dava tarihinden önce kamulaştırılarak 13.06.2000 tarihinde Hazine adına tescil edildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece bu taşınmazlarda davalılar ya da murislerinin kayıt maliki olmadıkları, dolayısıyla davalıların taraf sıfatının bulunmadığı gözetilerek bunlar hakkındaki davanın sıfat yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken, davanın esası hakkında hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

Diğer yandan dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılmış olup, bilindiği gibi 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

Kanun gereğince mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak kazanırlar (TMK m. 599/1). Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras hakları, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engellenen mirasçılar saklı pay sahibi olsun ya da olmasın yukarıdaki İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürerek iptalini isteyebilirler.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35. maddesinde, birbiriyle çok yakın ve ilgili olan mülkiyet hakkı ile miras hakkı birlikte düzenlenmiş ve Anayasal bir müessese olarak her iki hak da güvence altına alınmıştır. Bu hükme göre herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahip olup, bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Aynî haklar, eşya üzerinde doğrudan hâkimiyet sağlayan ve bu nedenle herkese karşı ileri sürülebilen mutlak haklardır. Kişiye bir eşya üzerinde en geniş yetkileri sağlayan aynî hak ise mülkiyet hakkıdır. Bu itibarla bir eşyanın maliki, hukuk düzeninin çizdiği sınırlar içinde o eşya üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahip kılınmıştır (TMK m. 683/1).

Türk Medeni Kanunu’nda, aynî haklara ilişkin olarak herhangi bir zamanaşımı ve hak düşürücü süre belirlenmiş değildir. Bu durum, aynî haklardan fiilen yararlanılmaması hâlinde hakkın düşmeyeceğini gösterdiği gibi aynî hakkın herkese karşı ileri sürülmesini sağlayan talep ve davaların da zamanaşımına uğramayacağını ifade eder. Aynî haklar, yasal kısıtlama yok ise nitelikleri gereği her zaman ve herkese karşı ileri sürülebileceğinden, mülkiyet hakkından kaynaklanan muris muvazaasına dayalı davaların da zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği kuşkusuzdur. Bu davaların temelinde yatan hakkın aynî hak niteliğinde olmasına dayalı olarak, aynî haklara hâkim prensipler uyarınca, talebin ileri sürülmesinin zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olması mümkün değildir.

Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 06.05.2015 tarih ve 2013/1-2302 E., 2015/1313 K.; 04.11.2015 tarih ve 2014/1-560 E., 2015/2371 K. ve 23.09.2020 tarih ve 2017/1-1251 E., 2020/673 K. sayılı kararlarında da herhangi bir zamanaşımı ve hak düşürücü süre öngörülmediğinden muris muvazaasına ilişkin davaların her zaman açılabileceği, esasen geçersiz olan görünürdeki işlemin aradan zaman geçmesi ile geçerli hale gelmeyeceği vurgulanmıştır.

Türk Medeni Kanunu’nun 560 ve devamı maddelerinde düzenleme alanı bulan tenkis (indirim) davası ise mirasbırakanın saklı payları aşarak ölüme bağlı veya sağlar arası yaptığı karşılıksız kazandırmaların yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili ve yenilik doğurucu (inşai) davalardandır. TMK’nın 560. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, mirasbırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler” hükmü uyarınca tenkis davasının konusunu; mirasbırakanın saklı paylı mirasçıların paylarını ihlal eden ölüme bağlı ya da sağlararası kazandırmaları oluşturur.

Bu hükümden anlaşılacağı üzere kanun tarafından, mirasçıların bazılarına, mirasbırakanın iradesiyle ortadan kaldırılamayan, dokunulamayan bir miras hakkı tanımıştır. Bu hakkın tanındığı kimselere “saklı paylı mirasçı” denilmektedir. Saklı paylı mirasçılar, mirasbırakanın altsoyu, anne-babası ve eşidir. Kanunda sayılan bu mirasçılara ayrılmış ve mirasbırakan tarafından tasarruf edilemeyecek olan miras paylarına “saklı pay” veya mülga 743 sayılı Medeni Kanun’un ifadesiyle “mahfuz hisse” denilmektedir. Murisin serbestçe tasarruf edebildiği bölüm ise saklı paylar toplamı dışında kalan kısım olup, buna da “tasarruf edilebilir kısım”, eski kanunun tabiriyle “tasarruf nisabı” denilmektedir.

Tenkis davası ile mirasbırakanın yaptığı tasarrufların iptali değil, değiştirilmesi, tasarruf edilebilir sınıra çekilmesi amaçlanmıştır. Sağlararası veya ölüme bağlı bir tasarruf ile saklı pay sahibi mirasçının saklı payına el atıldığı takdirde, yapılan o tasarruf, tenkis davası yoluyla saklı paylı mirasçının saklı payı temin edilinceye kadar indirime tabi tutulur.

Somut olayda, 08.03.1968 tarihli resmî akitle 38 parça taşınmazını oğulları (davalılar murisi) Mehmet … ile …’e satış suretiyle temlik eden mirasbırakan … 20.01.1982 tarihinde vefat etmiş, davacı kızı tarafından kardeşleri aleyhine devredilen taşınmazlar hakkında 03.05.1982 tarihinde tenkis isteğiyle dava açılmış, ancak davacı ve vekilinin 15.04.1985 tarihli celsedeki beyanları üzerine davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir. Feragat beyanı öncesinde 12.04.1985 tarihinde 1000 parsel sayılı taşınmaz Mehmet … ile … tarafından davacı …’e satış suretiyle devredilmiş, davacı tarafından da 29.01.1992 tarihinde dava dışı bir şahsa satılmıştır.

Belirtmek gerekir ki, mirasbırakanın yaptığı temliki tasarrufun tenkisi için dava açılması hâlinde sonradan bu tasarruf için muvazaaya dayalı olarak iptal davası açılıp açılmayacağı hususu Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 22.05.1987 tarih ve 1986/4 E., 1987/5. K. sayılı kararında ele alınarak tartışılmış ve sonuç olarak, “Mirasbırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçıların tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açtıktan sonra ayrı bir dilekçe ile Borçlar Kanununun 18. maddesine dayalı muvazaa nedeniyle iptal-tescil davası da açabileceklerine” karar verilmiştir.

İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde ise “Gerçekten, tenkis davaları ile muvazaaya dayalı iptal davaları; ileri sürülüş biçimleri, hukuksal esaslar, kapsamları ve nihayet tenkis ve iptal nedenleri birbirinden farklı nitelikte davalardır. İlk bakışta tenkis davası açan kişinin tasarrufun geçerli bulunduğunu zımnen benimsediği düşüncesi akla gelebilirse de, kendi yararına bir hukuki sonuç elde etmek isteyen ve kapsamları farklı hukuki sonuçlar doğurabilecek birden fazla dava açma durumunda bulunan bir kimse, bu davalardan birini diğerine tercihen açmaya zorlanamayacağı gibi, yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultusunda hareket etme gereği karşısında bu davalardan birini açmakla, açık bir irade beyanı olmadan diğerinden feragat edildiğinin kabulü de uygun bulunmamıştır” açıklamalarına yer verilmiştir.

Yukarıdaki açıklamalar kapsamında, daha çoğu içeren muris muvazaasına dayalı iptal davası açma imkânı bulunan bir mirasçının bunu yapmayıp, daha azı içeren tenkis davası açması hâlinde bu davranışı, murisin muvazaalı tasarrufunu geçerli saydığı anlamını taşımayacaktır. Bu nedenle açtığı tenkis davasından feragat eden davacının bu kez 22.05.1987 tarih ve 1986/4 E., 1987/5. K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca muris muvazaasına dayalı olarak tapu iptali ve tescil davası açmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.

Muris muvazaasına dayalı olarak dava açma hakkını kısıtlayan herhangi bir zamanaşımı ya da hak düşürücü süre bulunmamasına karşın, davacının murisin ölümünden uzun zaman geçtikten sonra eldeki dava açmış olması nedeniyle dava hakkını kötüye kullanıp kullanmadığı hususuna gelince, bütün hakların kullanılmasında uyulması gereken temel kural, TMK’nın 2. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Bu maddeye göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.

Aralarında sıkı bir bağ bulunan “Dürüstlük Kuralı” ve “Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı” ile hakların kullanılmasına genel bir sınırlama getirilmiştir. Yasanın emredici bu hükmü gereğince herkes haklarını dürüstçe kullanmalıdır. Dürüstlük kuralı, bir davranış kuralı olarak sadece hakların kullanılmasında değil, borçların ifası sırasında da uyulması gerekli bir kuraldır. Hukuk düzeni tarafından tanınmış bir hakkın amacına aykırı olarak kullanılması dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz ve böylece o hak kötüye kullanılmış olur. Bir hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı ise her olayın kendi şartları içinde değerlendirilmelidir.

Dürüstlük kuralı ve buna bağlı hakkın kötüye kullanılması yasağı, hukukun her alanında daima dikkate alınması gereken bir temel hukuk ilkesi olmakla beraber karşılaşılan her hukukî uyuşmazlığın bu ilkeden yola çıkılarak çözülmeye çalışılması da doğru bir yaklaşım değildir. Nitekim, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 25.01.1984 tarih ve 1983/3 E., 1984/1 K. sayılı kararında, TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağının amacı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamak şeklinde açıklanmıştır. Anılan kararda, bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukukî yolların kapalı olduğu hâllerde, bu hükmün uygulama alanı bulacağı ve olağan üstü bir imkân sağlayarak, haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getireceği ifade edilmiştir.

2709 sayılı Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca herkes, yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğüne sahip olup, bu özgürlüğün en yaygın kullanılma şekli dava açma hakkıdır. Anayasa’nın 13. maddesine göre de temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

Her hak gibi dava açma hakkı da kötüye kullanılabilir. Ne var ki, somut olayda Anayasa tarafından güvence altına alınan ve aynî hak niteliğinde olduğu için her zaman herkese karşı ileri sürülebilen mülkiyet hakkına dayalı olarak dava açılmıştır. Bu nedenle kanunun kişiye tanıdığı mutlak bir hakkın aradan uzun süre geçtikten sonra ileri sürülmüş olması, dava hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilemez.

Hukuk Genel Kurulunun az yukarıda esas ve karar numarası belirtilen kararlarında da uyuşmazlık konusu olması nedeniyle dava hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı hususu tartışılmış ve aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu bağlamda, yerel mahkemenin kabulünde olduğu gibi davacının açtığı tenkis davasından feragat etmesi, feragat tarihinden önce 1000 parsel sayılı taşınmazın davacıya devredilmesi, açtığı tapu iptali ve tescil davasını takipsiz bırakması ve yine 3469 parsel sayılı taşınmazda kök muristen intikal eden 8/12 payın 02.12.1994 tarihinde davacıya devredilmesi olguları ile dinlenen tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu taşınmazların paylaşımı konusunda davacının kardeşleri (davalıların murisleri) ile anlaştığının kabul edilip edilemeyeceği, bu anlamda dava hakkını kötüye kullanıp kullanmadığının da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Bir kısım davalılar tarafından murisleri ile davacının daha önce açılan davalar sırasında anlaştıkları ve davacının tüm haklarını aldığı ileri sürülmüş ise de bu iddianın kanıtlanması için yazılı bir belge sunulmadığı gibi tanık beyanlarının da bu konuda yeterli olduğunu söyleme imkânı bulunmamaktadır. Gerçekten davacı tarafından 1000 parsel sayılı taşınmazın kendisine devredildiği 12.04.1984 tarihinden hemen üç gün sonra tenkis davasından feragat edilmiş ise de bu konuda yapılan anlaşmanın, dava konusu taşınmazlarda davacının saklı payı dışında kalan miras hakkının tamamını kapsadığı kabul edilemez. Ayrıca, davacı tarafından 03.11.1995 tarihinde … ile … aleyhine vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak Kocaeli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin1995/642 esasında açılan dava 15.10.1996 tarihinde takipsiz bırakılmış ise de bu davanın konusunu oluşturan taşınmazların dava konusu taşınmazlar dışında mirasbırakan …’e ait başka taşınmazlar olduğu anlaşılmaktadır. 3469 parsel sayılı taşınmaz ise muris … tarafından 08.03.1968 tarihli resmî akitle devredilen taşınmazlar haricinde olup, bu taşınmazda murise ait 8/12 pay murisin diğer bir kısım taşınmazlarının mirasçılar arasında rızai taksimine ilişkin 02.12.1994 tarihli ve 4547 yevmiye numaralı resmî senetle devredilmiştir. Başka bir ifade ile davacının 3469 parseldeki payı mirasçılar arasında rızai taksime konu edilen taşınmazlardaki miras payı karşılığında aldığı ve dava konusu taşınmazlarla bir ilgisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Böyle olunca, davacının dava hakkını kötüye kullanıldığı kabul edilemez.

Tüm bunlar dışında, dava dilekçesinde açıkça 08.03.1968 tarihli resmî akitle devredilen taşınmazlar nedeniyle dava açıldığı belirtilmiş olmasına karşın, Durhasan Köyünde bulunan taşınmazların parsel numaraları dava dilekçesinde 92, 95, 205, 231, 422, 750 ve 764 olarak gösterilmiştir. Mahkemece bu parsellere ait tapu kayıtları dosya arasına alınmış ise de bu taşınmazların davanın tarafları ve murisleri ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Resmî akitte Durhasan Köyündeki taşınmazların parsel numaraları 93, 96, 206, 232, 423, 751 ve 765 olarak yazılı olup, dava dilekçesinde yazılı olan numaralar resmî akit tablosunun arka sayfasında gösterilen sayfa numaralarıdır. Bu durumda, doğru taşınmazlar hakkında dava açılmasına rağmen parsel numaralarının maddi hata sonucunda yanlış yazıldığı açıktır. Bu durumda, yerel mahkemece resmî akitte yazılı parsel numaralarına göre doğru tapu kayıtları getirtilmeden karar verilmesi de isabetli değildir.

Hâl böyle olunca, Durhasan Köyünde kain 93, 96, 206, 232, 423, 751 ve 765 parsel sayılı taşınmazlara ait tapu kayıtları ile dava konusu (Hazine adına daha önce tescil edilen 644, 687, 811, 821, 823, 838, 867, 873, 874 ve 1096 parsel sayılı taşınmazlar ile davacının temyiz istemi reddedildiğinden hakkında verilen ret kararı kesinleşen 1000 parsel sayılı taşınmaz dışındaki) diğer taşınmazlara ait tapu kayıtlarının tamamı ilk oluşumundan itibaren tüm tedavül kayıtları ile birlikte getirtilerek, öncelikle davalılar ya da murisleri adına mirasbırakan … tarafından 08.03.1968 tarihli akitle yapılan devir sonucunda tescil edilip edilmediklerinin incelenmesi, bu şekilde tescil edildiğinin anlaşılması sonucunda ise muris … tarafından satış suretiyle yapılan temlikin 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı taraf delilleri kapsamında araştırılarak, oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir.

Ayrıca, dava tarihi 29.07.2010 olmasına karşın direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 07.07.2014 olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde her zaman düzeltilebilecek maddi hata niteliğinde olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır.

O hâlde; mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.06.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.